20 Mart 2010 Cumartesi

ANNEME..

Her şair annesine bir şiir yazar dediler,
Ancak ben ne bir şairdim;
Ne de annemi anlatabilecek kelimelere sahiptim..

Hem bir anne niye anlatılırdı ki?
Beni dokuz ay karnında taşıdı diye mi?
Yoksa sayemde aşerip yemediğini bırakmadığı için mi?

Ne yani, taşımak çok mu zordu karnında?
Bende her gün 3 kilo çantayla okula gittim!
Hem de bir lokma bir şeydim,
Bir anne kadar güçlü de değildim..

Sonra doğma sürecim varmış bir de.
Kadın, en yakın bu anda olurmuş ölüme,
Aynı zamanda bir o kadar doğacak olan bende..

İlk sütünü verdi hemen, telaşla, aceleyle
Her hatamda haram etmekle korkutacağı silahını ilerde!
Ne yapabilirdim ki, uzun yoldan gelmişim, içmişim tek nefeste..

Hastalıklar başlamış sonra, zayıf kalmış bedenimde,
Uyumamış annem gecelerce, biliyor ki hata kendisinde!
Ama ben mi dedim, soğukta üstümü değiştir diye!

Yasaklar, sınırlamalar başladı akabinde..
Kırdığım bir vazoda yediğim iki tane sille!
Peki vazo beni kırsa? Kaldırılacak sadece düştüğü yere..

Yemek yedirirken ki davranışlar bir de,
Bari dudaklarımı sabunlu bezle bastırarak silme!
Ağzımdan çıkanı sen niye yiyorsun be anne,
At çöpe, bir kaşık yemekle batılmaz merak etme!

Sokakta oynarken dizimi parçalardım düşünce..
Zaten acıyor, birde bu yüzden attığın dayak niye?
Hem okula da artık sen götürmesene,
Rezil oluyorum, adım çıktı ‘süt kuzusu’ diye!

Kocaman çocuk oldum hala yıkıyorsun beni sürte sürte,
Sıcak suyu anladım, temizler ama tası kafama geçirme!
Garezin mi var bana, kurularken bari kulaklarımı delme,
Kazaklarım boynumu kesti, diktiğin üçüncü sınıf yünle..

Ya anne! İşte böyle..
Sakın hakaretler yağdırdığımı düşünme,
Beni böyle sana karşı sitemkar görünce..
Gurbetteyim şimdi, hasretim saçının tek teline,
Kabulümdür, olsun önümde, hatta bir tas yemeğin içinde..

Biliyorum şimdi yediğim her tokadın amacı niye?
Atacağım adımlara bir tüyoymuş onlar ilerde!
Dedim ya anne, seni yazacak kelimelerim yok diye,
Çocukluk düşüncelerimdi onlar, nasıl anlatırdım ki küçük beynimle?

O saf körpeyi affet şimdi, bak büyüdü de iyice,
Bırak verdiğin emekleri, takılma artık içtiğim süte,
Senden gelen her şey biliyorum ki benim lehime,
Helal et hakkını anne, yediğim tokatların bile…

NAİM KAYA

12 Mart 2010 Cuma

İNZİVADAYIM

Ruhlarına isyan mersiyeleri düzenlere inat;
Bahtiyar sebeplerle felsefemi kurmaktayım!

Ne herhangi bir ideolojiye sadakat,
Ne de bir propagandaya sloganlar yazmak;
Sadece münzevi adamda sessizliği tatmaktayım…

NAİM KAYA

BENİM GECEM KAPKARA OLMALI

Şükür battı güneş nihayet kararttı sokaklarımı
Ama böyle olmaz, kapatın o sokak lambalarını
Kapkara olsun istiyorum bu gece yarısı
Mümkünse yıldızlar, kepenklerinizi indirin
Hey tinerci çocuk! Söndür çabuk o sigaranı!
Geceme zerre kadar ışık girmesin..

Ben zaten esmerim, engel değilim geceme
Bu kaldırım taşlarını da siyaha boyamalı
Tek bir parıltı olmamalı, gecemin özünde.
Kediler, köpekler gözlerini kapatmalı,
Mümkünse siyah olanları gezinsin gecemde!
Gündüzün aydınlığını bozan, tek bir kare gölgeyse,
Değmesin geceme bir damla ışık bile!

Göz gözü görmesin, ten teni seçemesin,
Atılan adımlar sadece sesinden belirsin.
Dumanlar! Grilikte neymiş? Tüterken siyah giyin!
Ağaçlar, evler, çöp kovaları biraz ciddileşin,
Parçası oldunuz artık gecemin, haddinizi bilin!

Siyahın ağırlığını taşıyamayacaksınız bulutlar,
Siz bu yolda yürüyün, gün ışıyıncaya kadar,
Bedenim sizin yerinize eser, gürler, yağar!
Bu gece haftalık iznini kullan sende hadi Ay,
Biz bize kalalım artık ben, yollar ve karanlıklar…

NAİM KAYA

O MEÇHUL'E

Seni anlatmak için mükemmellikler arıyorum..
Ancak ne tabiat, ne hayal nafile, bulamıyorum.
Biçare doğa, ben hasta, kalem kağıt doktorum,
Gözlerinin karasını geceye soruyorum…

Yollar, kilometre taşları ve ben yılgınım.
Görüş menzilimde seninle sınırlıyım..
Yol boyunca kokunla sarıldı etrafım,
Tenine ulaşmak için buğday tarlasındayım…

Artık tükendim, kalmadı hiç takatim.
Nerdeyim, neyim, kimim ve niyeyim?
Ruhuna varmak için ruhumu vereyim,
Gamzene gömüleyim ve sen güldükçe daha derinlere ineyim…

NAİM KAYA

ÇOCUKLUĞU YAŞAYABİLME SANATI

Bir kış gecesi geldiğimde dünyaya;
Mutluydum belki de, bakmayın ağladığıma.
Hisseden bir beden, düşünen bir beyin,
Yetmişti, insan sıfatıyla bu Han'da kalmama.

Pervasızca, acımasızca büyüdüm.
Ben aptal mıydım: 'Dokunma, kıracaksın!' nidalarına,
'Yaklaşma, yanacaksın!' çığlıklarına aldırmadım.
Ama hayır; aptal değil, çocuktum...
Çocuktum ve mutluydum!
Annem Kraliçe Elizabeth, babam Kral Henry değildi belki,
Ama mutluydum...

İki odalı evimizi değiştirir miydim Windsor Sarayıyla?
Dar sokaklı mahallem daha müthiş değil miydi Kraliyet Köşkünden?
Ve hangi prens yaşadı bu dar sokaklara iki taşla kale kurup, futbol oynamanın dayanılmaz zevkini?
Hangi futbol yıldızı maçın son düdüğü 'Akşam Ezanı'yla kan ter içinde evine koştu?
Söyler misiniz bana, köşkünde oturup Fransızca öğrenmek mi,
Yoksa sokak sokak dolaşıp, küçük terbiyesizlikler taşıyan argolar öğrenmek mi daha eğlenceliydi?

Sanmıyorum hiçbir armatör çocuğunun zehir kamyonetinin beyaz dumanları arasında koştuğunu,
Ya da zorla yedirilen sosisli sandviçin,
Oynamaktan yorulmuş bünyeye balkondan sarkıtılan salçalı ekmekten daha lezzetli olduğunu...
Süpermarkette parasını mecburen ödediğimiz en kaliteli gofretler,
Vermedi, Bakkal Necmi'den 'amca akşam babamdan alırsın' diyerek beleşten yediğimiz üçüncü sınıf gofretlerin tadını...
İkinci golden sonra dikenlerin azizliğine uğrayan plastik toplarımız,
Küçülünce daha iyi oynanır oldu.
Hem zıp zıp zıplayıp, sağa sola kaçmıyordu.

Eve pis pasaklı gelipte sırtıma yediğim terliklerin acısı,
Eminim, bir dadının hafif tokatından daha az acı veriyordu.
Çünkü terlik annemin ellerindeydi.
Bugün sırtımı terlikleyen el, yarın sıvazlıyordu.
Ve ben o dayağı hiç yememiş gibi oluyordum.
Ama hangi veliaht dadısından yediği tokatı unutuyordu?

Mahallemin okulu, arkadaşlarım ve kapı öündeki Tantunici Amca...
Senden çok özür dilerim, 50 kuruşa sattığın tantunilerin kedi eti olduğunu düşündüğüm için.
Çünkü biliyorum artık o tantuniler, kokoş okulların 2 liralık tostlarından daha besleyici...
Ve özlüyorum...
Tıka basa dolu belediye otobüslerinin arka beşlisini,
İkiye katlanmış okul defterlerini, şakalaşmaları, gülüşmeleri
Daha mutlu olmaz mı insan bu havasız otobüste,
Asık suratlı şoförüyle klimalı özel otosunda okuluna giden sosyete çocuğundan...

Ey çocukluğum! miladın nede çabuk doldu.
Yaşanmışlıkların bıraktığın en büyük armağan.
İyi ki küçük bahçeli bir evimiz oldu;
En azından sokakta bulduğum yavru köpeğe kulübe yapabildim tuğladan.
İyi ki samimiyetine doyulmaz arkadaşlarım oldu;
En azından zillere basıp kaçtık ve birbirimizi asla satmadık.
İyi ki birden çok kardeşim oldu;
En azından yediğimizi, giydiğimizi paylaştık.
İyi ki bolca komşum, akrabam vardı;
En azından bayramlarda bolca para, şeker topladık.
Ve iyi ki dünyaya bir kış gecesinde, zorluklar içinde geldim
En azından nasıl mutlu olunur, onu öğrendim...

NAİM KAYA

FAHİŞE HAYAT

Saat 12 olmalı, yine kaldırım taşları üzerindeydi.
Kimbilir bugün yine kimlerin gezindi eşsiz bedeninde eli
Buğulu camlardan görebildiğim soğuk çehresi,
Biraz olsun aydınlattı geceye inat karanlık caddeyi…

Saçlarına dikkat kesildim bir an, dağılmıştı
Sanki her bir tel, nasırlı bir parmağın yansıması
Ruhunu ayaklar altına serdiği kırmızı halısı
Son kez sevişmek istiyordu onunla kaldırım taşları…

Kalktı, yürüdü, sendeledi ansızın!
Söyleniyordu galiba: ‘fahişe, geçmez bu ağır sızın’
Bir dost türküsü değil, bari bir kedi mırıldasın,
Düştüğü bu bataklıktan pençeleriyle kurtarsın..

Sokak lambalarına karşı sigarasının ateşi,
Ne de asil duruyordu kalçasından kaymış kemeri
Tenini okşayan sinsi rüzgarın üfleyişi
Hatırlattı fahişeye o ilk sahte sevişmeyi..

Bacaklarındaki morluklardı işinin kutsi damgası
Kızarmış gerdanına taktı hayat vazife nişanını
Sayısı meçhul dokunuşlar aşındırırken sırtını
Geceler verdi ona kimliksiz hiçlik kartını..

Yavaşça uzaklaştı ve kayboldu önünden penceremin
Artık duyulmuyordu o sert melodisi çizmelerin..
Düşündüm de ne farkı var benden bu fahişenin?
Ruhumu satmışım düzene vereceği üç kuruş için…

NAİM KAYA

BİRAZ DAHA MI KONUŞSAM?

Ne beni sevenlerin kıymetini bildim,
Ne de ben sevmeyi becerebildim..

Ne dost dediklerimin arkasında durdum,
Ne de arkasında durduklarıma dost oldum..

Ne anneme şefkat gösterebildim,
Ne de şefkatli annemin hakkını verdim…

Ne babamın layıkıyla oğlu oldum,
Ne de iyi bir baba olacağım doğduğunda oğlum..

Ne ait olduğum hayatı yaşamaya çalıştım,
Ne de yaşadığım hayatı kendime ait kıldım..

Ne Tanrı’nın istediklerine uydum,
Ne de isteklerimle Tanrı’yı yordum..

Ne her günümün aynı olmasından bıktım,
Ne de aynı günde farklı bir ben yarattım..

Ne çok sustum, sessiz çığlıklara boğuldum,
Ne de artık ‘biraz daha konuşsam’ diyorum..

NAİM KAYA

KARA'YA

Karanlık bir gecede attı kendini sonun başlangıcına.
Tek çocuktu,yıllar sonra olmuştu babasının büyük arzusuyla..
‘Aslan oğlum benim 17’sinde evereceğim onu’ diyordu,
Kırmızı örtünün altından bakan, doğduğu gece kadar kara çocuğa..

Ailesine acımadan büyüyordu bu kara çocuk.
Sanki ilerisine bir mesaj yollarcasına, insafsızca..
E tatlıydı ama, ne de olsa çok küçük.
Ama solgun yüzü, bitmeyen hastalıkları bezdiriyordu ruhunu
Yurdunun en köhne mahallesinde yetişiyordu..

Yatarken olay kalkarken olay, alışmıştı silah sesine,
Babası çıkarken bahçe kapısından hızla,
Patlayan iki el kurşun sesi ürkütüyordu onu, ama korkutmuyordu.
Çünkü biliyordu ki babası dünyanın en cesuruydu!

O günlerde molotof kokteyli nedir bilmiyordu
Ta ki bahçelerine atılan parlak patlayıcıyı görene kadar..
Onun karanlıkta ışıklar saçan sinsi gürültüsü
Oyun gibiydi ‘hadi bir tane daha gelsin’ diyordu.
Ve bir teneke çarparken tüm sertliğiyle bahçe kapısına
Elinde tüfekle gördükten sonra annesini,
İşte o an sevmemeye başladı nevruz gecelerini,
O an yemin etti ömrü boyunca koruyacağına annesini..

Evet, ülkesinde yaşıyordu kendi topraklarında,
Ama neden o kadar uzaktı bu coğrafyaya..
İlk kavgasını da olgunlaşmamış milli duygularıyla yapmıştı,
Çıkacak küçük çaplı harpten habersiz..
Ne kadar büyük bir insandı şu babası,
Yalnızdı, kendisi ve Kafkaslardan bir parça hanımı!
Ve ikinci bir yemin daha etti o gün, babası gibi olacağına..

Kurşunun çıkarılışını izlemişti babasının kasığından.
Dikkat etti, tepkisizdi babası!
Çocuk bünyesinde hayal etti soğuk kurşunu, sıcak kanı,
Şimdi kim bilir ne kadarda ağlardı…
Neden herkes düşmandı bu yiğit, melek gibi adama,
Ne istiyorlardı bu cesur yürekten yıllarca?

Büyüdükçe anladı yalnızca istenmediklerini o teksasta!
Göç ederlerken kamyon üstünde birkaç köy uzağa,
Yaşından fazlasını öğrendiğini anlamıştı acımasız hayatta..
Yalınayak, burnundan sümük eksik olmayan bir çocuk değildi onun özü,
Ama öyleydi küçüklüğü, bütün elbiselerine yemek dökülmüştü..

Yeni hayatına bir türlü ısınamıyordu!
Bu sessizlik, bu dinginlik zayıf bedenini kısa zamanda sıktı.
O gürültüye, kurşun sesine, metal sesine alışmıştı.
Artık babasının o kadar güçlü olduğuna da inanmıyordu.
Neden kaçmıştık ki, neden savaşmamıştık..
Annesini de korumak istemiyordu artık!
Çünkü bundan sonra onu kocası korusundu.

Çalışacağım demişti artık amcamda, bırakın beni..
Baba bırakır mı ne de olsa tanıyordu kardeşini!
Ve bir gece kaçtı gitti amcasının yanına..
Seviyordu hem işini, hem amcasını, hem de bu mekanı,
Belli ki sevmiyordu onu hem işi hem de amcası..

14’ünde anlamaya başladığında o zehirli maddeyi
Bırakıp dönmekti tek isteği, hem özlemişti annesini..
İzin verir miydi amca, sonuçta biliyordu bu alemi!
Vaatleri vardı çalışkan yeğenine hiç bitmeyen,
Silah takacaktı beline ‘atta sana, avratta sana ulen!’
Sadece ve sadece artık gitmek istiyordu küçük yeğen...

Ve gün geldi aldılar amcayı da içeri!
Ne kadar gencin çürümesine sebep olmuştu belki..
Artık özgürdü Kara ve düşünmeye başlamıştı her şeyi!
Gençti, yakışıklıydı ve hiç kız arkadaşı yoktu..
Neden bu kadar uzak kalmıştı hayattan ve kendisinden!
Bir an aklına çok küçükken verdiği iki söz geldi;
Annesini sonuna kadar koruyacaktı,
Ve sonuna kadar babası gibi olacaktı!

Üçüncü bir söz daha kaçınılmazdı artık hayatında.
Ve 18’inde bir yaz akşamı, denize etti yeminini,
En azından tuzlu olduğunu bildiği berrak görünen kütleye..
Senin gibi olacağım dedi ey deniz!
Gündüz kendini saklamayan rüzgara karşı sessiz ve sakin,
Gece gizlice esen fırtınaya karşı acımasız ve hırçın!!!

(DOSTUM KARA'YA)

NAİM KAYA

ABSÜRDÜZ

Nöbetleşe bekler hayatımızı gece ve gündüz
Fikirler kilitlenmiş, hayaller dümdüz
Aynalarda gülen bir göz, gönüllerde asık bir yüz
Bedenlerde bahar, ruhlarda ise güz

Sanıyoruzki yaşıyoruz, yürüyen bir ölüyüz
Hırslarımız ve tutkularımızla bütünüz
Üz bu biçareleri gece, üz gün üz
Neden hep keşkelerimize üzgünüz..

Hep inanmışız bu saçmaya 'özgürüz'
Dilin, kulağın, gözün hangisi hükümsüz
Hükmedene cevabımız hep şükürsüz
Cismimiz kalsa neyse, ruhumuz ölümsüz

Kötü bize iyi olsa, biz iyiye kötüyüz
Yüz kere tövbe de etsek vicdanımız yüzsüz
Nefs istesin yeter, dikende sürünürüz
Şimdi ver vesveseni iblis, mahşerde görüşürüz..

NAİM KAYA